Ne NYFW’in marka gösterme çabasıyla giyinmiş insanları ne de Milano’nun çoraptan
dona kadar ton ton tekdüze giyinen insanları... LFW genel anlamıyla kasmadan
olayın felsefi boyutuna inmiş. Ütüsüz t-shirtleri, yırtık kazakları, eskinin
ötesi ceketleri ile havasından mı suyundan mı anlamış değilim ama insanı "Bunlar bir yerde satılıyorsa alacagım!" diye
düşünmekten alıkoyamıyor.
Somerset House ve Tate Modern ağırlıklı olmak üzere 5
farklı adreste gerçekleşen defilelerden çok herkes alanı gezen, modadan haberi olsun olmasın, tarz olmayı
başaran sokak stillerini fotoğraflamak için pusuya yatmış bekliyor.
Sokak stillerinin ortak özelliklerini ele alıcak olursak siyah, kahverengi, sarı renkleri Londra’da saçlar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Yeşil, pembe, mor, lila ya da her rengin mevcut oldugu saçlarla ortalıkta dolanan (bir nevi bulamaç) o kadar çok insan var ki boyasız saçından utanıp "Ben de turuncu mu denesem?!" diye sorguluyorsun kendini.
Simsiyah
giyinenin bile bir yerine fosfor yerleştirdiği LFW bir diğer trendin
de alarmını veriyor!
‘Electro’
Siyahın
içine sıçrama tek renk mi ararsın yoksa baştan aşağı fosfor mu? Sarı, pembe, yeşil, turuncu bir de neon olunca "Merhaba!" "Ben burdayım!" "Gör beni!" "Ben farklıyım!" şeklinde düşünenler için fırsat bu fırsat kendilerini gösteriyorlar.
Londra’nın yeni
simgesi haline gelen envai çeşit kürk renk renk iki kişiden birinde kendini
gösteriyor. Peluş değil gerçek vizon, rakun, tilki ne ararsan. Bu da başka bir
tezat. Burberry mağazasının önünde gerçek kürk kullanıldığı için pankart açan
hayvanseverler tepkilerini gösteredursun hemen yanından geçen kürklü birine
hiçbirşey diyemiyorlar; çünkü ilerden bir diğeri arkasında başka biri. Vintage
mağazalarda o kadar uygun fiyata o kadar çok alternatif var ki almadan
çıkamıyorsun.
Londra’nın
mazbut kaderi olan çok milletlilik moda alanında da bıçak gibi keskin bir geçiş
sağlıyor. Saçından tırnağına punk birisinin hemen yanında yöresel kıyafetlerini giymiş bir hintliye, biraz ilerisinde latexler içinde bir fetişe, onun ilerisinde Ingiliz asilzadesi; fuları boynunda bir teyzeye raslamak pek mümkün.
Belki de Londra’yı bı kadar
farklı yapan ve özel kılan da bu kadar ayrı fikrin bir arada bu kadar uyumlu
olabilmeyi başarması.
LFW’i
diğerlerinden farklı kılan bir diğer özellik de birkaç godaman marka haricinde
tüm haftayı yeni tasarımcılara, bilinmedik yüzlere ve yeni mezun öğrencilerin
defilelerine ayırması. Burberry, Christopher Kane ve Tom Ford defilelerine
girmeyi bırak, çıkışında nerede duracağına karışan bürokrasi insanları canından
bezdiredursun, yeni tasarımcılar şovunu herkese açıyor ve sorularını
cevaplıyor. Avant-garde, unique ve minimal Londra tasarımcıları ve tasarımları
Londra sokak stilinin çılgınlığına sadelikle tokat gibi cevap veriyor.
Özetlemem
gerekirse LFW boyunca "Trashy Fashion" teriminin uç noktalarını zorlayan tarzlar,
rengarenk saçlar, "Kürküm olmadan asla" diyen simalar, "Daha deldirecek nerem kaldı" diyen yüzler, uzaktan belirmeni sağlayan renkler, "Umurumda mı dünya" diyen
umursamaz tavırlar bu haftayı diğerlerinden farklı kılan ve kılmaya devam
edecek tavır ve tarzlar.
No comments:
Post a Comment